bal arısının binlerce kez uçup, binlerce farklı çiçeğe konmasının sebebi, farklı çiçeklerden topladığı polenleri birleştirerek, her birinden farklı bir aroma, farklı bir tat katarak bal yapabilmesidir... işte bal böyle oluşur... insanlarda bal arıları gibidir aslında... her insanın karşısına, hayatı boyunca yüzlerce farklı insan, yüzlerce değişik olay çıkar... bu yaşadığımız dünyamızda rastlantı denilen bir olay olmadığına göre, demek ki karşımıza çıkan her insan veya başımıza gelen her olay; arının konduğu binlerce çiçekten biridir... bu dünya ya geliş amacımız bir sınavsa, bize sınavda oluşturduğumuz bal soruluyorsa, karşımıza çıkan her çiçek bizim sınavımızın bir parçasıdır... karşılaştığımız her insandan ve her olaydan bir ders çıkararak, yapacağımız balın içine farklı aromalar katmalıyız ki, ortaya çıkan balın lezzeti artsın...
24 Haziran 2012 Pazar
Ey sevgili, acaba ne renkti gözlerin... mavi miydi, yeşil miydi, ela mıydı yoksa kahverengi miydi, inan ki hatırlamıyorum... aslında ne önemi var ki renklerin... renklere takılmam, o gözlerin bakışı önemli bana... içi gülen, mutlu gözlerden daha güzel bir göz var mı bu dünyada... ben o bakışlara takıldım, o bakışları sevdim sevgili... hani atalarımız "gözler yalan söylemez"derdi ya, seninkiler neden yalan söyledi bana? bakarken içi gülen gözlerin ne oldu da birden soğudu,soldu ve gitti...
22 Haziran 2012 Cuma

biz seninle, evlerin bodrumlarına atılmış eski eşyalar gibiyiz... bodrumun ayrı köşelerindeyiz; modamız geçmiş, zamanımız geçmiş, atılmış, unutulmuşuz... aslında biz seninle gramafon-plak gibiydik; biri olmadan, diğerinin bir işe yaramadığı ... şimdiki neslin beğenmediği, eski neslin evinin baştacı yaptığı eşyalarız biz... bizimde bir zamanımız vardı her insan, her eşya gibi... şimdi ise atıldık bir köşeye... eskiler hiç ayırmazdı bizi, yeni nesil ise hiç anlamadı... biz eskide kaldık atıldık bir köşeye... başkası için çok fazla anlam ifade etmesende; benim için ayrılmazım, olmazsa olmazımdın...
21 Haziran 2012 Perşembe
hani simsiyah bulutlar kaplar ya gök yüzünü...güneş, bulutların gölgesinde kalır... bir fırtına çıkar ya rüzgar herşeyi savurur... ve ardından başlar ya yağmur, ansızın... ıslanırsın yağmurdan, kaçacak, sığınacak bir yer ararsın ya... dinmesini beklersin yağmurun, bir çatının altında... o siyah bulutları getiren rüzgarların, getirdiği gibi götüremesini, havanın aydınlanmasını, güneşin yüzünü göstermesini beklersin... ve bilirsinki o bulutlardan sonra gök kuşağının çıkacağını... bilirsin ve beklersin bir çatının altında... bilirsin aslındaçok uzak değildir o gökkuşağı... nisan yağmurları gibi gelip geçer o yağmur, ardından kavuşursun gökkuşağına...
ben de bekledim o gökkuşağını... bir sürü yağmur, fırtına atlattım, hep sığınacak bir çatı buldum kendime...ıslanmamı izin vermedim...en sonunda sen çıktın karşıma... kara bulutlar yerini, beyaz bulutlara bıraktı...güneş gözükürken başladın yağmaya... işte o zaman gördüm ben seni... tüm renkleri sende gördüm, sende tanıdım... beklediğim gökkuşağım sendin, onu anladım... ve attım kendimi yağmurun altına...sana kavuşmak için ıslanmam gerekliydi ama ben hazırdım ıslanmaya... ıslana ıslana yürüdüm sana...
bir rüzgar savurdu bulutları... bulutlarla birlikte başka diyarlara gittin... ardında, ıslak bir şekilde kaldım ben... ıslandığıma hiç üzülmedim... çünkü yıllardır beklediğim gökkuşağına ulaşmaktı benim amacım... bu yolda ıslanmayı göze almak lazımdı... ben göze aldım ıslanmayı ama sana da kavuşamadım... ama şunu anladım; bir amacın varsa hayatta, amacına ulaşmak için at adımını...ıslanmaktan korkma...hayat çok kısa çünkü bir daha karşına çıkmayabilir ardığın gökkuşağın...
ben de bekledim o gökkuşağını... bir sürü yağmur, fırtına atlattım, hep sığınacak bir çatı buldum kendime...ıslanmamı izin vermedim...en sonunda sen çıktın karşıma... kara bulutlar yerini, beyaz bulutlara bıraktı...güneş gözükürken başladın yağmaya... işte o zaman gördüm ben seni... tüm renkleri sende gördüm, sende tanıdım... beklediğim gökkuşağım sendin, onu anladım... ve attım kendimi yağmurun altına...sana kavuşmak için ıslanmam gerekliydi ama ben hazırdım ıslanmaya... ıslana ıslana yürüdüm sana...
bir rüzgar savurdu bulutları... bulutlarla birlikte başka diyarlara gittin... ardında, ıslak bir şekilde kaldım ben... ıslandığıma hiç üzülmedim... çünkü yıllardır beklediğim gökkuşağına ulaşmaktı benim amacım... bu yolda ıslanmayı göze almak lazımdı... ben göze aldım ıslanmayı ama sana da kavuşamadım... ama şunu anladım; bir amacın varsa hayatta, amacına ulaşmak için at adımını...ıslanmaktan korkma...hayat çok kısa çünkü bir daha karşına çıkmayabilir ardığın gökkuşağın...
mangala atılmış kömür parçaları idik seninle... bir ateş tutuşturdu
bizi... önce usul usul yanmaya başladık seninle... hani mangal
yakarken yellersin ya mangalı, ateş tutuşsun diye... bizide tutuşturan
yel, kavgalarımız oldu... kavga ederken yandık, yandıkçada kavga
ettik... ama bilmiyorduk ki biz, kavgalarla yanan ateşin bizi yok
edeceğini... biz daha fazla yanmak için uğraşırken; gün geçtikçe yok
olduğumuzun farkında değildik... dedim ya biz fark etmiyorduk bitip
tükendiğimizi...aradan seneler geçti... mangal
yandı geçti... biz hala mangaldaki kömürleriz kabullenemezsekte... eski
bütünlüğümüz, sağlamlığımız kalmadı... yanan malgaldaki kömürleriz biz,
param parça, kırık dökük... kısacası yandık bittik kül olduk... kül
kapladı her yerimizi... biz hala kömürüz ama... eskisi kadar sağlam
olamasakta... hala aynı mangalın içindeyiz... üzerimizde sadece kül
var... sadece bir yel lazım bize, üzerimizdeki külü alıp götürecek... o
kül kalkınca üzerimizden biz yine meydana çıkacağız... tekrar
tutuşacağız... eskisi kadar olmasada tekrar yanacağız... ben sadece
bizim üzerimideki külü kaldıracak kadar yel istiyorum... üzerimizdeki
külü kaldırsın ama bizi tutuşturmasın... yanmayalım ama... çünkü biz bir
daha yanarsak tamamen yok olacağız...eğer o yel olmazsa biz o külün
altında kalacağız...
HOŞÇAKAL
"işte gidiyorum" benden en çok duyduğun kelime... kelimede değil aslında bir cümle...
sana sorsalar; benim hakkımda, aklında en çok ne kaldı deseler;
"gidiyorum" dersin... gidiyorum dedim yine ben... daha önce sayısız kez söylediğim
gibi... gidebilcekmiyim? galiba yine gidemeyeceğim... daha önce olduğu
gibi... seni sevdiğim sürece nasıl gidebilirim ki ben... nasıl
bırakabilirim ki başkalarının kollarına seni... canım böyle yanarken...
kalbim senin için atarken, senin için sızlarken... işin kötüsü sende
beni hala severken... ben yine gitmedim... gidemedim...
gidemeyeceğim...ben hep buralardayım... sen başkasının ile birlikte olsan
bile... çıkmadık canda ümit vardır derler ya... benim canım çıkmadı hala
!!!
acaba gitme kal diyebilecekmisin bana... yoksa içinde kopan kıyametlere
rağmen sessiz kalıp, tek kelime bile etmeden ben giderken karşıdan
bakabilecekmisin... yoksa sessiz çığlıklar atıp; gitme, dur
diyemeyecekmisin bana... ben biliyorum aslında senin
neyapacağını... sessiz çığlıklar atacaksın, nefesin düğümlenecek, göz
yaşlarında sana eşlik edecek...ağlayacaksın... gitme dur demek istesen de
tüm gücünle haykırmak istesen bile o gücükendin de hissedemeyeceksin...
bir elinde mektupların, diğer elinde beraber çektirdiğimiz, hepsinin bir
anısı olan fotograflarımız olacak... sitem edeceksin... naletler
okuyacaksın...yüreğin burkulacak ama gitme kal diye
haykıramayacaksın...ama yolun sonu bu, be güzelim... uzak hemde çok uzak
bir yoldu bu... daracık, ince uzun,dönemeçli bir yoldu bu güzelim...
seninle birlikte elele, beraberce başladığımız bu yol artık yol
ayrımında... kah güldük, kah sevindik, kah hasret çekip ağladık
beraberce bu yolda... birbirimizin ellerini hiç bırakmayacaktık bu yolun
başında... ama kimbilebilirdiki sonunun böyle olacağını... aslında biz
seninle bir labirentin içindeydik... küçücük bir labirentti bu, bütün
yolların birbirine çıktığı... çıkış yolu olmayan...hep aynı yollarda
dolaştık biz seninle... hep aynı hataları yaptığımız gibi...
hep saklambaç oynadık bu labirentte... hep saklandık kaçtık herşeyden...
ama dedim ya labirentti bu... tüm yolların birbirine çıktığı... dönüp
dolaştık, birbirimizden kaçtık ama her seferindede birbirimize çıktık...
belkide hep biz istedik bu labirentte olmayı...hep birbirimize çıkmayı,
birbirimizi bulmak istedik belki de...birbirimize itiraf
edemesekte...senelerden beri sıkıldık aynı labirentte aynı yerleri
dolaşmaktan... sıkıldık... bunaldık... üzüldük... üzdük... artık bu
labirentten çıkma zamanı geldi be güzelim...birbirinin tam zıttı yönünde
iki çıkış bulduk sonunda... ve biz sırt sırtayız...ya farklı kapılardan
çıkıp herşey son deyip kalbimize gömeceğiz...ya da tek çıkıştan
beraber çıkacağız...dedim ya ben bunun sonunu biliyorum tatlı kız...
sessiz çığlıklarla, göz yaşlarımızı kendimize bir dost bilip arkamıza
dönmeden, durmadan yürüyeceğiz...yolun açık olsun cici kız... allaha
emanet ol...allaha ısmarladım seni...
19 Haziran 2012 Salı
hani rüzgarlar savurur ya...hava puslanır önce, bulutlar güneşi kapatır ya... önüne ne katarsa alır götürür ya rüzgar... toz toprak havaya uçuşur, denizde dalgalar sahile vurur ya şiddetlice... hani ağacların dalları kırılır ya, kocaman ağaçlar sallanır durur ya...insan içi hüzünlenir ya bunları görünce...ardından yağmur gelir, her yeri ıslatır ya... sende böyleydin işte... önce rüzgar gibi girdin hayatıma savurdun beni sevdalar alemine, unuturdun bildiğim herşeyi, tüm doğrularımı... ve ardından gittin... yağmurla ıslanan sokaklar gibi göz yaşlarımla ıslattın beni...
11 Haziran 2012 Pazartesi
aşk nedir
aşk nedir derler... her şeyden mutlu
olmaya çalışmaktır aşk... yüzünün anlamsız gülümsemesidir
aşk...kelimelere sığmadan hayatı dolu dolu yaşamaktır aşk.. olmayacağını
bile bile, zaaflarına yenik düşmektir aşk... şu ana kadar yapmam
dediklerini, acabalar ile sorgulamak; kırmızı çizgilerini, yeşil
çizgilere çevirebilmek ve hatta çizgileri yok etmektir aşk...gönlünün
beynine hükmetmesi, aklın ve
mantığın olmamalı dese de, gönlün ben istiyorum demesidir
aşk...duygularının esiri olmaktır aşk... .saatlerce onu düşünmek,
kocaman dünya da kendini yalnız hissetmektir aşk... onun
için üzülmek, göz yaşı dökmektir aşk... yemek yerken lokmalarının
boğazına düğümlenmesidir aşk... yolda yürürken ya da yalnız kaldığında
aklına onun gelmesi, morallerinin bozulmasıdır aşk... manasızca bir
noktaya bakıp onu düşünmektir aşk... normal yaşantının; artık onsuz
geçmeyeceğini fark etmektir aşk... herşeyi onunla paylaşmak isteyipte, artık
paylaşmayacağını fark etmektir aşk... acaba nerde, ne yapıyor deyip kendi kedine konuşmaktır
aşk... gece yastığa başına koyduğunda onu düşünmektir aşk... onu sevmene
rağmen gururuna yenik düşüp ben geldim diyememektir aşk... ondan bir
şey gelmiş mi diye defalarca telefonunu kontrol etmektir aşk...ayrılsan dahi, arkadaşlarının onu sormasını beklemek, onun hakkında konuşmak istemektir aşk... en
önemlisi hala onu düşünürken heyacanlanıp, kalbinin güm güm atmasıdır
aşk...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)