24 Haziran 2012 Pazar

bal arısının binlerce kez uçup, binlerce farklı çiçeğe konmasının sebebi, farklı çiçeklerden topladığı polenleri birleştirerek, her birinden farklı bir aroma, farklı bir tat katarak bal yapabilmesidir... işte bal böyle oluşur... insanlarda bal arıları gibidir aslında... her insanın karşısına, hayatı boyunca yüzlerce farklı insan, yüzlerce değişik olay çıkar... bu yaşadığımız dünyamızda rastlantı denilen bir olay olmadığına göre, demek ki karşımıza çıkan her insan veya başımıza gelen her olay; arının konduğu binlerce çiçekten biridir... bu dünya ya geliş amacımız bir sınavsa, bize sınavda oluşturduğumuz bal soruluyorsa, karşımıza çıkan her çiçek bizim sınavımızın bir parçasıdır... karşılaştığımız her insandan ve her olaydan bir ders çıkararak, yapacağımız balın içine farklı aromalar katmalıyız ki, ortaya çıkan balın lezzeti artsın...

Ey sevgili, acaba ne renkti gözlerin... mavi miydi, yeşil miydi, ela mıydı yoksa kahverengi miydi, inan ki hatırlamıyorum... aslında ne önemi var ki renklerin... renklere takılmam, o gözlerin bakışı önemli bana... içi gülen, mutlu gözlerden daha güzel bir göz var mı bu dünyada... ben o bakışlara takıldım, o bakışları sevdim sevgili... hani atalarımız "gözler yalan söylemez"derdi ya, seninkiler neden yalan söyledi bana? bakarken içi gülen gözlerin ne oldu da birden soğudu,soldu ve gitti... 

22 Haziran 2012 Cuma



bu bir sevdaydı, aşktı, sevgiydi aramızda ki... Aşk ateşinin yanması lazımdı... bu sevda ateşini, yakacak bir kibrite ihtiyaç vardı... işte o kibrit  sen oldun... senin gözlerine baktığmda, anlamıştım zaten sevdanın beni yakacağını, gözlerinin esiri olacağımı... işte orada yanmaya başladım...önce usul usul yandım... bir ateş, bir mum, bir aşk; hepsi bir arada olursa; sevdanın hiç tükenmeyeceğini, hiç bitmeyeceğini sandım... ne zaman ki çıktın gittin hayatımdan; işte o an anladım eriyip bittiğimi... bir mum gibi yandım ben, kimsenin söndüremediği ... hani mum yanınca erir ya, bende eridim; eriyip akan, göz yaşlarım oldu... ama dedim ya; sen kirbit çöpüydün... yaktın ve gittin...yanmak bana kaldı...
biz seninle, evlerin bodrumlarına atılmış eski eşyalar gibiyiz... bodrumun ayrı köşelerindeyiz; modamız geçmiş, zamanımız geçmiş, atılmış, unutulmuşuz... aslında biz seninle gramafon-plak gibiydik; biri olmadan, diğerinin bir işe yaramadığı ... şimdiki neslin beğenmediği, eski neslin evinin  baştacı yaptığı eşyalarız biz... bizimde bir zamanımız vardı her insan, her eşya gibi... şimdi ise atıldık bir köşeye... eskiler hiç ayırmazdı bizi, yeni nesil ise hiç anlamadı... biz eskide kaldık atıldık bir köşeye... başkası için çok fazla anlam ifade etmesende; benim için ayrılmazım, olmazsa olmazımdın...

21 Haziran 2012 Perşembe

hani simsiyah bulutlar kaplar ya gök yüzünü...güneş, bulutların gölgesinde kalır... bir fırtına çıkar ya rüzgar herşeyi savurur... ve ardından başlar ya yağmur,  ansızın... ıslanırsın yağmurdan, kaçacak, sığınacak bir yer ararsın ya... dinmesini beklersin yağmurun, bir çatının altında... o siyah bulutları getiren rüzgarların, getirdiği gibi götüremesini, havanın aydınlanmasını, güneşin yüzünü göstermesini beklersin...  ve bilirsinki o bulutlardan sonra gök kuşağının çıkacağını... bilirsin ve beklersin bir çatının altında... bilirsin aslındaçok uzak değildir o gökkuşağı... nisan yağmurları gibi gelip geçer o yağmur, ardından kavuşursun gökkuşağına...

ben de bekledim o gökkuşağını... bir sürü yağmur, fırtına atlattım, hep sığınacak bir çatı buldum kendime...ıslanmamı izin vermedim...en sonunda sen çıktın karşıma... kara bulutlar yerini, beyaz bulutlara bıraktı...güneş gözükürken başladın yağmaya... işte o zaman gördüm ben seni... tüm renkleri sende gördüm, sende tanıdım... beklediğim gökkuşağım sendin, onu anladım... ve attım kendimi yağmurun altına...sana kavuşmak için ıslanmam gerekliydi ama ben hazırdım ıslanmaya...  ıslana ıslana yürüdüm sana...

bir rüzgar savurdu bulutları... bulutlarla birlikte başka diyarlara gittin... ardında,  ıslak bir şekilde kaldım ben... ıslandığıma hiç üzülmedim... çünkü yıllardır beklediğim gökkuşağına ulaşmaktı benim amacım... bu yolda ıslanmayı göze almak lazımdı... ben göze aldım ıslanmayı ama sana da kavuşamadım... ama şunu anladım; bir amacın varsa hayatta, amacına ulaşmak için at adımını...ıslanmaktan korkma...hayat çok kısa çünkü bir daha karşına çıkmayabilir ardığın gökkuşağın...
mangala atılmış kömür parçaları idik seninle...  bir ateş tutuşturdu bizi...  önce usul usul yanmaya başladık seninle...  hani mangal yakarken yellersin ya mangalı, ateş tutuşsun diye... bizide tutuşturan yel, kavgalarımız oldu... kavga ederken yandık, yandıkçada  kavga ettik... ama bilmiyorduk ki biz, kavgalarla yanan ateşin bizi yok edeceğini... biz daha fazla yanmak için uğraşırken;  gün geçtikçe yok olduğumuzun farkında değildik... dedim ya biz fark etmiyorduk bitip tükendiğimizi...aradan seneler geçti... mangal yandı geçti... biz hala mangaldaki kömürleriz kabullenemezsekte... eski bütünlüğümüz, sağlamlığımız kalmadı... yanan malgaldaki kömürleriz biz,  param parça,  kırık dökük... kısacası yandık bittik kül olduk... kül kapladı her yerimizi... biz hala kömürüz ama... eskisi kadar sağlam olamasakta... hala aynı mangalın içindeyiz... üzerimizde sadece kül var... sadece bir yel lazım bize,  üzerimizdeki külü alıp götürecek... o kül kalkınca üzerimizden biz yine meydana çıkacağız... tekrar tutuşacağız... eskisi kadar olmasada tekrar yanacağız... ben sadece bizim üzerimideki külü kaldıracak kadar yel istiyorum... üzerimizdeki külü kaldırsın ama bizi tutuşturmasın... yanmayalım ama... çünkü biz bir daha yanarsak tamamen yok olacağız...eğer o yel olmazsa biz o külün altında kalacağız...
                                  HOŞÇAKAL
"işte gidiyorum" benden en çok duyduğun kelime... kelimede değil aslında bir cümle... sana sorsalar; benim hakkımda, aklında en çok ne kaldı deseler; "gidiyorum" dersin... gidiyorum dedim yine ben... daha önce sayısız kez söylediğim gibi... gidebilcekmiyim? galiba yine gidemeyeceğim... daha önce olduğu gibi... seni sevdiğim sürece nasıl gidebilirim ki ben... nasıl bırakabilirim ki başkalarının kollarına seni... canım böyle yanarken... kalbim senin için atarken, senin için sızlarken... işin kötüsü sende beni hala severken... ben yine gitmedim... gidemedim... gidemeyeceğim...ben hep buralardayım... sen başkasının ile birlikte olsan bile... çıkmadık canda ümit vardır derler ya... benim canım çıkmadı hala !!!
Aşık Olmakla Sevmek! Arasındaki Farkı Sormuşlar... Cevaplamış, Şems... Senin Baktığına Herkes Bakar Ama Senin Onda Görebildiğini Herkes Göremez!... Herkes Aşık Olabilir Ama Hiç Kimse Senin Gibi Sevemez!... Tek Fark SEN'sin... SEN'i Özel Kılan Sevdiğin Değil, Sevgin!..
 Şems-i Tebrizi
acaba gitme kal diyebilecekmisin bana... yoksa içinde kopan kıyametlere rağmen sessiz kalıp, tek kelime bile etmeden ben giderken karşıdan bakabilecekmisin... yoksa sessiz çığlıklar atıp; gitme, dur diyemeyecekmisin bana... ben biliyorum aslında senin neyapacağını... sessiz çığlıklar atacaksın, nefesin düğümlenecek, göz yaşlarında sana eşlik edecek...ağlayacaksın... gitme dur demek istesen de tüm gücünle haykırmak istesen bile o gücükendin de hissedemeyeceksin... bir elinde mektupların, diğer elinde beraber çektirdiğimiz, hepsinin bir anısı olan fotograflarımız olacak... sitem edeceksin... naletler okuyacaksın...yüreğin burkulacak ama gitme kal diye haykıramayacaksın...ama yolun sonu bu, be güzelim... uzak hemde çok uzak bir yoldu bu... daracık, ince uzun,dönemeçli bir yoldu bu güzelim... seninle birlikte elele, beraberce başladığımız bu yol artık yol ayrımında... kah güldük, kah sevindik, kah hasret çekip ağladık beraberce bu yolda... birbirimizin ellerini hiç bırakmayacaktık bu yolun başında... ama kimbilebilirdiki sonunun böyle olacağını... aslında biz seninle bir labirentin içindeydik... küçücük bir labirentti bu, bütün yolların birbirine çıktığı... çıkış yolu olmayan...hep aynı yollarda dolaştık biz seninle... hep aynı hataları yaptığımız gibi... hep saklambaç oynadık bu labirentte... hep saklandık kaçtık herşeyden... ama dedim ya labirentti bu... tüm yolların birbirine çıktığı... dönüp dolaştık, birbirimizden kaçtık ama her seferindede birbirimize çıktık... belkide hep biz istedik bu labirentte olmayı...hep birbirimize çıkmayı, birbirimizi bulmak istedik belki de...birbirimize itiraf edemesekte...senelerden beri sıkıldık aynı labirentte aynı yerleri dolaşmaktan... sıkıldık... bunaldık... üzüldük... üzdük... artık bu labirentten çıkma zamanı geldi be güzelim...birbirinin tam zıttı yönünde iki çıkış bulduk sonunda... ve biz sırt sırtayız...ya farklı kapılardan çıkıp herşey son deyip kalbimize gömeceğiz...ya da tek çıkıştan beraber çıkacağız...dedim ya ben bunun sonunu biliyorum tatlı kız... sessiz çığlıklarla, göz yaşlarımızı kendimize bir dost bilip arkamıza dönmeden, durmadan yürüyeceğiz...yolun açık olsun cici kız... allaha emanet ol...allaha ısmarladım seni...  

19 Haziran 2012 Salı

biz seninle satranç oyununda ki vezir ve şah gibiyiz... şah ve vezir hariç her taş çifttir satrançta...8 piyon, 2 kale, 2 at, 2 fil varken şah ve vezir yalnızdır sadece...birbirine muhtaçtır...bizim gibi... piyonların sadece ileri, kalelerin ileri geri ve yan, fillerin ise çapraz gidebildiği bir oyunda, vezir bu hamlelerin hepsini tek başına yapabilir... aslında vezir oyunun en önemli karakteridir... vezirsiz bir şahı korumak çok zordur çünkü...ama şah'ın gölgesinde kalır... oyun şahın yenilmesiyle biter...senin şah olduğun bir oyunda ben vezirim... vezir bu oyunda gözden çıkarılacak en son hamledir...vezir giderse sıra şaha gelir çünkü... bu oyun biter...illaki beni vereceksen oyunda, hamleni ona göre düşün...şahın olmadığı bir yerde ise vezirin olması bir anlam ifade etmez...sakın beni gözden çıkarma; yoksa yalnız, savunmasız, kimsesiz kalırsın; seni kimse benim kadar koruyamaz... ve sıra sana gelir...
hani rüzgarlar savurur ya...hava puslanır önce, bulutlar güneşi kapatır ya... önüne ne katarsa alır götürür ya rüzgar... toz toprak havaya uçuşur, denizde dalgalar sahile vurur  ya şiddetlice... hani ağacların dalları kırılır ya, kocaman ağaçlar sallanır durur ya...insan içi hüzünlenir ya bunları görünce...ardından yağmur gelir, her yeri ıslatır ya... sende böyleydin işte... önce rüzgar gibi girdin hayatıma savurdun beni sevdalar alemine, unuturdun bildiğim herşeyi, tüm doğrularımı... ve ardından gittin... yağmurla ıslanan sokaklar gibi göz yaşlarımla ıslattın beni...



hayaller; sabun baloncukları gibidir, rüzgarın etkisiyle oradan buraya uçup durur hep... bir yere değdi mi de patlar, üzülen sen olursun... sen sen ol; o balonları gereksiz kişiler için harcama ki, patladığında üzüldüğüne değsin...

11 Haziran 2012 Pazartesi

aşk nedir

aşk nedir derler... her şeyden mutlu olmaya çalışmaktır aşk... yüzünün anlamsız gülümsemesidir aşk...kelimelere sığmadan hayatı dolu dolu yaşamaktır aşk.. olmayacağını bile bile, zaaflarına yenik düşmektir aşk... şu ana kadar yapmam dediklerini, acabalar ile sorgulamak;  kırmızı çizgilerini, yeşil çizgilere çevirebilmek ve hatta çizgileri yok etmektir aşk...gönlünün beynine hükmetmesi, aklın ve mantığın olmamalı dese de, gönlün ben istiyorum demesidir aşk...duygularının esiri olmaktır aşk... .saatlerce onu düşünmek, kocaman dünya da kendini yalnız hissetmektir aşk... onun için üzülmek, göz yaşı dökmektir aşk... yemek yerken lokmalarının boğazına düğümlenmesidir aşk... yolda yürürken ya da yalnız kaldığında aklına onun gelmesi, morallerinin bozulmasıdır aşk... manasızca bir noktaya bakıp onu düşünmektir aşk... normal yaşantının; artık onsuz geçmeyeceğini fark etmektir aşk... herşeyi onunla paylaşmak isteyipte, artık paylaşmayacağını fark etmektir aşk... acaba nerde, ne yapıyor deyip kendi kedine konuşmaktır aşk... gece yastığa başına koyduğunda onu düşünmektir aşk... onu sevmene rağmen gururuna yenik düşüp ben geldim diyememektir aşk... ondan bir şey gelmiş mi diye defalarca telefonunu kontrol etmektir aşk...ayrılsan dahi, arkadaşlarının onu sormasını beklemek, onun hakkında konuşmak istemektir aşk... en önemlisi hala onu düşünürken heyacanlanıp, kalbinin güm güm atmasıdır aşk...

8 Haziran 2012 Cuma

Gönüle sevgi tohumu düsmüsse, gönül ne söz dinler nede mantik...bu tohumu kalbe düsüren allah ise; cekilen her aci ondandir... öyleyse yasadigin hüzün senin için bir sabir sinavidir...


F.SARAYKÖYLÜ