sevdiğimiz insanları üzmemek için neler yapmalıyız...
evet güzel bir soru aslında, insanlar neden en çok sevdiği insanları üzer... bu sorunun cevabı galiba insan psikolojisinde saklı... insanlar hayatı boyunca bir çok sevgi tadarlar... önce anne ve baba sevgisi başlar hayatında... nereye baksa onları görür, göremeyince ağlayarak onların yanına gelmesini ister... çünkü bebekler bilirler ağladığı zaman yanına birinin geleceğini... onlar yanında olduğu zaman güvende hisseder kendini... kardeş sevgisi daha sonra başlar insanda, genel olarak arkadaş sevgisinden sonra gelir bu sevgi... çünkü çocuklar kıskanır birbirini... onu bir rakip olarak görür... bunun sebebi ise ailelerdir, küçük çocuğa daha fazla ilgi gösterirler, büyük olan çocuk da; unutulduğunu, yerini birisinin aldığını düşünür... bu yüzden uzun bir süre sevemez kardeşini... yaşı büyüdükçe oyun arkadaşlığıyla başlayan yeni bir sevgi keşfeder insan... arkadaş sevgisi... bu yaştaki çocukların kalbinde kötülük yoktur, saf bir sevgiyle sever arkadaşlarını, bazende kıskanır... ergenlik çağını girmesiyle birlikte insanlar artık başka bir sevgi ararlar kedilerine... karşı cins sevgisi yani aşk... insanı en fazlada bu mutlu eder aslında...hayat birden toz pembe olup, bulatların üstüne çıkar insan... aslında yeni bir heyecandır bu... farklı bir şeydir... şimdiye kadar yaşdığı sevgilerden dolayı hayal kırıklığına uğramayan bir birey kendini onun sevgisine bırakır... ön yargıları yoktur çünkü, hiç hayal kırıklığına uğramamıştır sevgi yüzünden... insanın karşısına yanlış zamanda çıkan yanlış insanlar sayesinde sevginin her zaman gerçek olmadığını, her zaman onu mutlu etmeyeceğini öğrenir... aslında hayatı öğrenmiş olur... hayat budur aslında... biz ne kadar sevmek ve sevilmek istesekte, sevmek ve sevilmemek isteyen bir sürü insan olduğunu öğreniriz acı tecrübelerle... ve insanlar üzerinde bir ön yargı oluşur... insanlara güvenmemeye başlarlar... bu da bir psikolojidir aslında, sobadan eli yanan bir çocuğun tekrar elini sobaya deyirmemesi gibi... ama çok yanlıştır aslında... bir elin 5 parmağı bile farklıysa insanlarında farklı olduğunu kabul edip, herkese eşit mesafede yaklaşmak yada yaklaşmayıp uzakta durmak kesinlikle yanlıştır... şunu unutmamak lazım, önemli olan insanın yaptığı yanlışlardan bir ders çıkarmasıdır... önemli bir çin filozof'u olan lao tzu'nun bir sözü geliyor aklıma " tanrı size istediğiniz insanı değil, ihtiyacınız olanı verir... öyle ki bu insanlar size yardım edecek, sizi incitecek, acı verecek, sizi terk edecek, sizi sevecek ve olmanız gereken insan olabilmenizi sağlayacaktır demiştir... işte insan karşısına çıkan her kişiden ve her olaydan bir ders alıp, hayatına ona göre devam etmesi gerekir...
evet güzel bir soru aslında, insanlar neden en çok sevdiği insanları üzer... bu sorunun cevabı galiba insan psikolojisinde saklı... insanlar hayatı boyunca bir çok sevgi tadarlar... önce anne ve baba sevgisi başlar hayatında... nereye baksa onları görür, göremeyince ağlayarak onların yanına gelmesini ister... çünkü bebekler bilirler ağladığı zaman yanına birinin geleceğini... onlar yanında olduğu zaman güvende hisseder kendini... kardeş sevgisi daha sonra başlar insanda, genel olarak arkadaş sevgisinden sonra gelir bu sevgi... çünkü çocuklar kıskanır birbirini... onu bir rakip olarak görür... bunun sebebi ise ailelerdir, küçük çocuğa daha fazla ilgi gösterirler, büyük olan çocuk da; unutulduğunu, yerini birisinin aldığını düşünür... bu yüzden uzun bir süre sevemez kardeşini... yaşı büyüdükçe oyun arkadaşlığıyla başlayan yeni bir sevgi keşfeder insan... arkadaş sevgisi... bu yaştaki çocukların kalbinde kötülük yoktur, saf bir sevgiyle sever arkadaşlarını, bazende kıskanır... ergenlik çağını girmesiyle birlikte insanlar artık başka bir sevgi ararlar kedilerine... karşı cins sevgisi yani aşk... insanı en fazlada bu mutlu eder aslında...hayat birden toz pembe olup, bulatların üstüne çıkar insan... aslında yeni bir heyecandır bu... farklı bir şeydir... şimdiye kadar yaşdığı sevgilerden dolayı hayal kırıklığına uğramayan bir birey kendini onun sevgisine bırakır... ön yargıları yoktur çünkü, hiç hayal kırıklığına uğramamıştır sevgi yüzünden... insanın karşısına yanlış zamanda çıkan yanlış insanlar sayesinde sevginin her zaman gerçek olmadığını, her zaman onu mutlu etmeyeceğini öğrenir... aslında hayatı öğrenmiş olur... hayat budur aslında... biz ne kadar sevmek ve sevilmek istesekte, sevmek ve sevilmemek isteyen bir sürü insan olduğunu öğreniriz acı tecrübelerle... ve insanlar üzerinde bir ön yargı oluşur... insanlara güvenmemeye başlarlar... bu da bir psikolojidir aslında, sobadan eli yanan bir çocuğun tekrar elini sobaya deyirmemesi gibi... ama çok yanlıştır aslında... bir elin 5 parmağı bile farklıysa insanlarında farklı olduğunu kabul edip, herkese eşit mesafede yaklaşmak yada yaklaşmayıp uzakta durmak kesinlikle yanlıştır... şunu unutmamak lazım, önemli olan insanın yaptığı yanlışlardan bir ders çıkarmasıdır... önemli bir çin filozof'u olan lao tzu'nun bir sözü geliyor aklıma " tanrı size istediğiniz insanı değil, ihtiyacınız olanı verir... öyle ki bu insanlar size yardım edecek, sizi incitecek, acı verecek, sizi terk edecek, sizi sevecek ve olmanız gereken insan olabilmenizi sağlayacaktır demiştir... işte insan karşısına çıkan her kişiden ve her olaydan bir ders alıp, hayatına ona göre devam etmesi gerekir...
bu yazıyı yazmamın amacı neden insanlar en çok sevdiği insanları üzdüğüdü, bunun yanıtını aramaya çalışıyorum ben, konu çok fazla dağılmadan bu konuya yoğunlaşalım... insanlar sevginin kalpten geldiğini düşünür...acaba kalpten mi gelir, yoksa beyinden mi gelir... düz mantık düşündüğümüzde kalbin tek görevi vardır, kanı tüm vücuda pompalamak, o zaman sevmek kalbin işi değildir, kalbin görevi farklıdır... beyinden de gelmez sevgi... kara sevdalar veya platonik sevgiler bunun ispatıdır aslında... insan olmayacağını, sonunda üzüleceğini bile bile sever... sevgi beyinden gelmiş olsa idi hangi beyin bunu kabul ederdi... ama gönül denilen bir faktör vardır ki, kimse gönülün ne olduğunu açıklayamaz ama bilir... sevgi oradan gelir, beyinde, gönül'e söz geçiremez... bu yüzdendir zaten, insan sevince hayat toz pembedir, bulutların üzerinde uçtuğunu düşünür, mantıklı düşünemez, kimseyi dinlemez, asi olur... o zaman bu gönül, beyni tamamen saf dışına çıkarabilecek birşeydir... istediği herşeyi beyne yaptırabilecek bir güç, bir kuvvettir gönül... hani derler ya ilk görüşte aşk, o da böyle bir şeydir aslında... gönül sevmek ister, beyinde hayır diyemez buna... bu yüzden insan sevebilir nedensizce, sebepsizce... insan her zaman sevmek ve sevilmek ister... seveceği kişiyi ise gönül seçer...işte bu gönlün vereceği bir karar aslında insanın hayatını komple değiştiren bir karardır... burada da şans faktörü devreye girmektedir...
insan sevmeye başlar...karşı tarafta sever... aradığı sevgi olan aşk'a kavuşmuştur her ikiside... daha önce söylediğim gibi, her şey toz pembedir... beyin saf dışı bırakılmış, sevgi uğruna yaşamaya başlamıştır insan... sevgilisinin hatalarını görmez, göremez, görmekte istemez, gören olupta ikaz etse bile kabullenemez... işte en büyük hatayı burda yapar insan...beyin söz hakkını tamamen gönle kaptırmıştır... birazda kaybetme korkusu oluşur insanda...kaybetmemek için elinden geleni yapar... bazende yapmacık olup, aslında hiç yapmayacağı davranış biçimlerini yapmaya başlar.... ama bu o nun doğasına, yapısına tersdir...insanın bilinçaltında şöyle bir olay gerçekleşir, ben bunu kandırayım,elimden kaçırmayayım, nasıl olsa daha sonra yapmam...yada kızdığı, sevmediği şeyleri söyleyemez saklar, bunu söylersem kızar bana yada benden ayrılabilir diye düşünür... sessiz kalmayı tercih eder... işte bir sevginin, sevdanın temelleri yanlış şeyler üzerine kurulmaya başlar... veya karşı tarafta kendisine ters gelen şeyleri kabul eder, gönül beyni bastırmıştır, seviyordur çünkü... aslında hiç olmayan başka bir kişilikle, başka bir düşünceyle yada başka bir hareket tarzlarıyla başlarlar bu ilişkiye... aslında birbirlerine attıkları en büyük kazıkdır bu ama farkında değildirler... çünkü insanlar konuşamaz, anlatamaz dertlerini hep içine atar, yeri gelir sevgisinide paylaşamaz, anlatamaz... aslında bu konuda bireyin hiç bir suçu yoktur, onu yetiştiren annelerin; çocuklarına duygularını nasıl paylaşması gerektiğini öğretmesi gerekir... aile içinde hala tabudur, bir baba, çocukların yanında eşine seni seviyorum diyemez, yada bir anne çocuklarına seni seviyorum diyemez... çocuklarına bunları veremez, çocuklar sevginin farkındadır ama mesafeli olması gerektiğini sanırlar, çünkü anne-babadan bunu görmüşlerdir... zaten bireyler, çocukken ailesinden ne gördüyse onu uygulamak ister... mesela sigara ve alkol kullanan ailenin çocuklarının büyük bir kısmı bunları kullanır, çünkü anne baba bunu yapıyorsa doğrudur... bu gün yapılan araştırmalarda; anne karnındaki 2-3 aylık bebeğin annenin bulunduğu psikolojik şartlardan etkilendiği, annenein dinlediği müziğe bile tepki verdiği tesbit edilmiştir... daha anne karnında hissetmeye başlar çocuk... çocuk alıclarını açmış, olan biteni takip etmektedir... bireyin aile içi yaşamı, aileden gördükleri aslında onun karakterini oluşturur... türk toplumunun yaptığı hatalar vardır, bu hatalarla büyür çocuk... erkek çocuk babanın davranışlarına, kız çocuk ise annenin davranışlarını izler... öncelikle bizim toplumumuzda özür dilemez kimse, hep kendini haklı bulur, karşısındaki bireyi kızdığında bağırıp çağırmaya başlar, onu dinlemez, kendini savunma hakkı tanımaz, her zaman haklı olduğunu düşünür, en önemlisi ise; ona kızdığı zaman sevgisinin bittiğini yada azaldığını düşünür... öncelikle insanların duygularını tam olarak paylaşabilmesi gerekir birbiriyle, herşeyi konuşabilmeliler... öncelikle şunu kabullenmelidir insan; karşısındaki insanı herşeyden ve herkesden daha fazla sevdiğini... bunu ona anlatmalıdır, izah etmelidir, onu ne kadar çok sevdiğini belli etmelidir...asla ve asla sevdiğini belli etmekten kaçmamalı, utanmamalıdır... çünkü sevgi utanılacak bir duygu değildir... sevdiği kişi için bir şeyler yapabildiğini göstermeli vede yapmalıdır... insan önce birşeyler yapıp, sonra karşısından istemeli beklemelidir... bizim en büyük yanlışlarımızdan biriside budur... hep karşıdan bekler, biz bir şey yapmayız... çünkü genelleme olarak tüm aile kurumları böyledir, çocuk ailesinden bunları görmektedir... gördüğü şeyleride uygulamaktadır... yani karşımızdakini sevdiğimizi utanmadan, sıkılmadan söyleyebilmeliyiz...
iki birey bir yuva kurmaya karar verir ve de kurarlar... aslında birbirlerini çok tanıdığını sanan bu insanlar yanıldığını çok uzun zaman geçmeden anlarlar... sevdikleri kişi farklı, evlendiği kişi farklıdır... daha önce dediğim gibi insanlar, kaybetmeme korkusuyla kendilerini gizler, saklarlar... bunları yaparkende hem kendisininkini, hemde sevgilisinin hayatlarını maf ettiklerinin farkında değildir...ilk başlarda duydukları heyacan ile bu konulara fazla takılmaz kimse...alttan almaya başlar... gerek hayat şartlarındaki zorluklar, gerek iş yaşamındaki zorluklar zaten insan psikolojisi üzerinde çok etkilidir... iş yerinde mutsuz olan bir insan yada hayat şartlarında maddi sıkıntılar çeken bir insan bu sıkıntılarını ister istemez aile yaşamına sokarlar... ve insanlarda birşeyler bitmeye burdan başlar...aslında biten aşktır...insan normal hayatına geri dönmeye başlar... aslında meydana gelen olay; beynin yönetimi gönülden geri alma olayıdır... bir darbe yapar gönüle...yönetimi geri alır... karşısndaki insanın değiştiğini sanan insanlar, onu o şekilde kabullenemezler... erkeğin mutsuz olması kadınıda etkiler doğal olarak... zaten gerçek kişiliğini saklayan bu kişiler, içinde bulundukları koşullar ile beklentilerini karşılayamazlar olurlar... aşk denilen olay bir insanın diğerine duyduğu bir histir... her zaman yanında olmak ister, herşeyi onunla yaşamak ister... dedim ya insan aşıkken hayat toz pembe diye, aynen öyledir... bu aşk denilen olayın acilen sevgiye; gerçek sevgiye dönmesi gerekir... hayat koşulları ister istemez insanı mantıklı düşünmeye iter... aslında bir hayatının olduğunu, birilerine karşı sorumluluklarının olduğunu en önemlisi bir işinin olduğunu fark edersin... aşk için harcadığın enerjiyi normal hayatın için kullanmaya başlarsın... çünkü toz pembelikler bitmeye başlamış hayatın gerçekleri başlamış olur... normal olarak artık kendi hayatına dönme gereği duyarsın... bir insan evlense dahi hayata karşı sorumlulukları vardır... insan aşk için kullandığı enerjiyi, gündelik hayatı için kullanmaya başlar... bu yüzden de insanların değiştiği düşünülür... aslında insanların ayakları yere basmaya başlamış normal bir birey olmaya başlamışlardır... bu fizyolojik olay hemen hemen herkesin başına gelecektir... aşk aslında çok güzel bir duygudur ama bunu bir ömür boyu yaşatamaz kimse... görücü usulu evlenenler aslında daha mutludur aşık olup evlenenlere göre... mantık olarak görücü usulü evlilik takdir edilmesede, özellikle eski insanlar evlendiği kişiyi, evlendiği gün görmekteydi... ondan çok fazla beklentileri olmadığından hayal kırıklığına çok fazla uğramaz onu öyle kabullenirdi... direk bir yuvanın içine girdklerinden, karşı taraf hakkında hiç bir beklentiye girmez onu doğa haliyle tanımaya çalışır, ona göre hareket ederdi...
insanlar flört dönemini birbirine kandırarak geçirdiği için, evlendikte sonra tanıdıkları kişinin o olmadığının farkına çok çabuk farkedebilmektedir... uzun senelerce flört eden kişiler evliliğinin 1. senesini doldurmadan boşandıkları ve boşanma sayılarının her geçen gün artıığı dikkate mutlaka alınmalıdır... yazımın en başında belirttiğim gibi mutlu bir çocuk için anne baba sevgisini aynı anda alması gerekmektedir. boşanmalar hem insanların kendi hayatlarını zehir ettiği gibi çocuk olması durumunda çocuğunda psikolojisini etkilemektedir... böylece toplum olarak mutsuz birey sayısı çoğalmaktadır... mutsuz bir birey gerek iş koşullarında gerekse normal hayatında, insanlara kötü davranmakta, onlarıda üzebilmektedir...
peki bunların önüne geçebilmek için neler yapmamız lazım...
1. bir ilişki yaşarken öncelikle dürüst olmamız gerekiyor...ilişkinin sürdürülebilmesi için olmazsa olmazlardandır...
2. bize değer veren bir insana yeterince değer vermemiz gerekiyor...
3. onu yeterince sevmeli ve onunda sevgisinden emin olmalıyız... ve sevdiğimizi belli etmeliyiz...
4. ilişki boyunca ben onun için neler yaptım deyip kendimizi sık sık sorgulamamız gerekli... onun için bir şeyler yaptıktan sonra, karşı taraftan bir şeyler beklemeli.. insanlar genel olarak her şeyi karşı taraftan beklemektedir.. bu da çok yanlış bir duygudur... kendimizi sorgulayıp birşeyler yaptığımızı fark edip, karşı taraf buna kayıtsız kalıyorsa bunu onaizah etmeliyiz... taiki yaptıklarımızı başına kakmadan, nazikçe uyarmamız gerekmektedir...
5. evlilik bir yaşamı beraber paylaşmaktır... evlenen bir insan öncelikle bunu kabullenmelidir... "ben böyleyim, beni böyle kabullensin" sözü oldukça yanlıştır... hayatta her şeyin bir bedeli vardır... gerçekten mutlu olmak istiyorsanız bu bedeli göze almanız gerekir... amaç bir yaşamı beraber yaşamak, iyi kötü herşeyi beraber paylaşmaktır... insanın mutlaka fedekarlıklar yapması gerekmektedir... şöyle düşünün, karşınızda sizin en çok sevdiğiniz insan, sizide en çok seven insan... neden onun için birşeyler yapmaya çalışmıyoruz ki... şöyle düşünelim... ilk okula başlarız okulda uymamız gereken kuralar vardır uyarız, okuduğumuz sürece bu kurallar bize önce saçma bile gelse kabulleniriz... yaşadığımız ailemizin evinde bile belli başlı kurallar vardır, bunlarıda uyarız... erkek bireyler askere gider, yatma, kalkma saatleri herşey bellidir, insan adeta robotlaşır, onu da kabullenir.. bir işe gireriz, oranında kuralları vardır, onlarıda uygularız... pek çok kural bize göre saçmadır, uygulanamazdır... ama geçmişi düşündüğümüzde herpsini tek tek uyguladığımız görülür... o zaman kızsakta, sinirlensekte kabulleniriz... peki neden sevdiğimiz kişileri kabullenemiyoruz... asıl sorulması gereken soru da budur... evet soru bu... neden... evlilik ortak yaşamdır, beraber paylaşmaktır herşeyi... kararları beraber verip, beraber hareket etmektir... işte hayatımızda yaptığımız en büyük hata ise budur...herşeyi kabullenip hayatımızı ona göre sürdürmemize rağmen eşimizi kabullenemeyiz... insan; evlenmeden önce mutlaka bunu düşünmeli, hayatın boyunca ondan sıkılmadan yaşayıp yaşayamacağı kararını vermelidir.
6. insanlar yapı olarak birbirinden farklıdır... ortak yaşam alanları belirlememiz gerekir... mutlaka iki kişininde yapmaktan büyük haz aldığı ortak birşeyler vardır... bunları tesbit edip onların üzerine yoğunlaşmalıyız...
7. insan her zaman mutlu olamayabilr, mutlaka sıkıntıları olduğu dönemler olacaktır... üzerine gitmek yerine onunla konuşarak, ona yardımcı olmaya çalışmalıdır...
8. insanlar duygularını karşısındaki kişiler ile paylaşamamaktadır... bu da çok büyük bir handikaptır...insan, eşi ile her şeyi konuşabilmeli, mutluluğunu, dertlerini, sıkıntrılarını ona anlatabilmelidir... her zaman onu sevdiğini söylemeli ve sevdiğini belli etmelidir...
9.yapılan araştırmalara göre kadınların, erkeklere göre daha fazla his yüklü olduğu ortaya çıkmıştır... doğduklarından 2-3 hafta sonra bir araya toplanan bebeklere birbirinden farklı sesler dinletilmiş, kız bebeklerin, erkeklere göre o seslere 2 kat daha fazla tepki verdiği gözlenmiştir... allah doğuştan vermiştir bu hisleri kadınlara... bu yüzden kadınlar daha duygusaldır, çabucak ağlayabilirler, daha fazla ilgi bekler, şımartılmak ister... erkeklerin bu duygularıda, kadınlara göre daha az olduğundan bu konularda çeşitli sıkıntılar yaşanmaktadır... kadınların bunu bilerek, beklentilerini buna göre ayarlamalıdır... duygusal konularda kadınlar, erkeklerin 1 adım önündedir her zaman... bu üstünlüğü göze alarak beklentilerini bunu göre şekillendirmelidir...
10. yapılan araştırmalara göre psikoloklar tarafından; boşanacak çiftlere 1 aylık süreç içinde hergün birbirine masaj yapmaları söylenmiş ve bu bir ayın sonunda boşanmak istyen çiftlerin yaklaşık %70 boşanmaktan vaz geçtiği görülmüştür... vücut enerjisi; iki insanın beraberliğini sağlaması konusunda çok önemlidir... dikkat edilirse basketbol ve voleybolda oyun içinde, oyuncuların birbirine moral vermek için dokundukları sıkça görülmektedir... amaçları birbirne poziitif enerji verebilmektir... birbirni sevdiğini belli etmeyen, birbirine dokunmayan iki kişinin sonu mutsuzluktur, ayrılıktır... her gün eşinizin elini tutun, ona dokunun... saçını okşayın...onu ne kadar sevdiğinizi tekrar hatırlatın...
11.her bireyin farklı zevkleri vardır... o zevkleri onlar için kabul edin... erkek maç izlemekten hoşlanıyorsa bırakın izlesin (tabiki aşırıya kaçmadan), kadının evdiği diziler varsa bırakın izlesin... siz hoşlanmayabilirsiniz bundan, bırakında hoşuna giden şeyleri yapsın karşınızdaki kişi... ona bunu yapma demektense farklı bir şeyler yapın bu süreçte... mesela kitap okuyabilirsiniz veya ilgi alanlarınıza göre birşeyle yapabilirsiniz...
12. evde mutlaka çiçek büyütün... o çiçeklerin sizden beklentileri su, güneş ve sevgidir... bu üçünü ona verdiğinizde büydüğünü göreceksiniz... ee o zaman eşiniz sizden ne bekliyor... ilk başta sevgi,saygı, güler yüz. bunları verin eşinize, sizin sevginizinde o çiçekler gibi büyüdüğünü göreceksiniz...
13. birbirinizin üzerinde kesinlikle baskı uygulamaya çalışmayın... üzerine gitmeyin, anlayışlı olmaya çalışın...
14. her konuda anlaşabileceğinizi düşünmeyin asla... anlaşamadığınız noktalarda kırıcı olmadan konuşun... gerekirse o konuyu o gün değilde başka bir gün konuşun... bir birey sinirli iken diğerinin mutlaka alttan alması gerektiğini unutmayın... etki tepki prensibine göre karşınızdakini üzmeyin, o bana bunu yaptı bende bunu ona yapacağım diye düşünmeyin...
15. özür dilemekten kesinlikle çekinmeyiz... özür erdemdir, tatlı dilin yılanı deliğinden çıkardığını unutmayın...
16. geceleri kesinlikle küs olarak yatağa girmeyin ve sorununuzu o gün çözmeye çalışın...
bir insanla anlaşmak ve mutlu olmak için aslında yapmamız gerekenler bu kadar basit... birbirni sevmek isteyen iki akıllı kişi, ilk başlarda ortak noktaları olmasa da birbirleri ile anlaşabileceğini düşünüyorum... amaçları mutlu olmak ise bu kişilerin ilerleyen zamanlarda mutlaka noktalar bulma çabasına girecektir... şunu unutmayalım... bizim amacımız mutlu olmak... mutlu olmak için bir çaba göstermemiz lazım ve bunun için bazı fedakarlıklarda bulunmamız gerekiyor...daha önce söylediğim gibi evlenmenin amacı ortak bir yaşam... karşısındai kişi için bir şeyler yapabilmektir ortak yaşam... ben böyleyim, beni böyle kabullesinler diye düşünen birey hem kendini hemde karşısındaki kişiyi mutsuz etmekten başka bir şey geçmez eline...
yukarıda yapmamız gerektiğini düşünüp yazdığım herşey her iki birey için olmalıdır... bunları bir uygulayıp diğeri uygulamazsa mutlaka uygulamayan taraf zarar görecektir... şunu unutmayın birbirini seven insanların konuşarak çözemeyecekleri hiç bir problem yoktur... yeterki çözmek istesinler...
yukarıda yapmamız gerektiğini düşünüp yazdığım herşey her iki birey için olmalıdır... bunları bir uygulayıp diğeri uygulamazsa mutlaka uygulamayan taraf zarar görecektir... şunu unutmayın birbirini seven insanların konuşarak çözemeyecekleri hiç bir problem yoktur... yeterki çözmek istesinler...
değerli bir yazı olduğunu düşünüyorum fakat bu blog sitesine yazmayı 2012 yılında bırakmışsınız sanırım, bunun gibi daha bir çok yazı okumayı dilerdim
YanıtlaSil